Executive Summary - Teknoloji - 8
Seçimler, Avrupa, Bluesky, Kablolar ve Uydular. Hepsi ve daha fazlası...
Executive Summary - Teknoloji bülteninin sekizinci sayısından tekrar merhaba!
Sizler için yine, mutlaka karşınıza çıkacak teknoloji haberlerini ve gelişmeleri topladım, yorumladım. Bu hafta da gündemde ABD başkanlık seçimleri var.
Seçim Bitti, Değişime Hazır mısınız?
ABD seçimleri bittiğinden bu tarafa Trump’ın yeni dönemi gün geçtikçe netleşiyor. Devir teslimin yapılacağı 20 Ocak 2025 tarihine kadar özellikle teknoloji sektörü için birçok sorunun cevabını bulacağımızı düşünüyorum.
Çin ile girişeceği yeni ekonomik savaş ve bunun tüm dünyaya etkilerini hepimiz merak ediyoruz. Diğer taraftan görünürdeki en büyük destekçisi Elon Musk ile birlikte birçok sektörü şimdiden şekillendirmeye başladılar bile.
Yeni dönemin kripto paranın parladığı bir dönem olacağı artık neredeyse kesinleşti. Konuşmalarında vatandaşlarına ellerinde Bitcoin tutmasını öğütleyen Trump ve şirketlerinin kasasında miktarı belirsiz Dogecoin tutan Musk kripto paranın yükselişinin işaret fişeğini yaktılar bile. Seçim sonrası büyük değer kazanan kripto paralar son günlerde daha stabil bir görüntü sergiliyor. (Biz yine de belirtelim. Yatırım tavsiyesi değildir.) Kripto paracıların tabiri caizse “kellesini istediği” SEC Başkanı, kovulmayı beklemeden Trump’ın resmi olarak başkan olacağı gün görevi bırakacağını açıkladı.
Yapay zekâ konusunda geçtiğimiz bültende de yazdığım gibi, daha az kuralın olduğu bir pazar hedefleniyor. Avrupa’nın inatla belki de gereğinden fazla regüle etmeye çalıştığı -korkularında haklı olabilirler- yapay zekâ girişimlerinin ABD’ye göç etmeleri sürpriz olmasa gerek.
Yaşlı ve Huysuz Avrupa
Konu Avrupa ülkelerine gelmişken biraz kıta Avrupa’sında kalalım. Gittikçe yaşlanan bir nüfusa sahip olan Avrupa ülkeleri, girişimcilik konusunda da Amerika ve Asya kıtasının gerisinde kaldılar. Birçok Avrupa ülkesi girişimcileri çekebilmek için startup vizesi veriyor. Ama diğer taraftan da Avrupa Birliği ile birlikte daha fazla nasıl regüle edebiliriz diye uğraşıyorlar. Tek tek her şeye bakmak imkânsız ama yapay zekâ konusunda yaklaşımları belli.
Bazen paragraflarca yazmak yerine bir grafik bize daha çok şey anlatır. Size “State of AI” raporundan çarpıcı rakamlar vermek istiyorum.
Yukarıdaki grafikte yapay zekâ girişimlerine yapılan yatırımlar listelenmiş. Rakamlar grafikte tam olarak hizalanmadığı için ufak bir açıklama ekleyeyim. 2024 yılında yapay zeka girişimlerine Çin’de 8 milyar dolar yatırım gelirken bu ABD’de 56 milyar dolar, tüm Avrupa’da 9 milyar dolar, İngiltere’de ise 4 milyar dolar. Ve sadece tek bir yıla özgü bir durum da değil. ABD sürekli dünyanın geri kalan toplamından daha çok yatırım çekmiş.
Konuyu yapay zekâ özelinde ele aldık ama herhangi bir başka bir konu da seçsek bundan daha farklı bir sonuç göremeyiz. Rekabette her geçen gün gerileyen bir Avrupa var. ABD tüm teknoloji sektöründe parıltılı beyinleri kendine çekerken, Avrupa Birliğinin buna bir cevabı olacaktır diye düşünüyorum.
Genelde bu cevap her zaman mahkeme yolu ile bu şirketlere ceza kesmek ve bazı konularda onları bir şeylere zorlamak. Evet en basitinden Type-C konusunda Apple’a yaptığı baskı ve aldığı sonuç önemli. Ama sürekli olarak sopa ile regüle ederim, herkesi istediğim yola sokarım demek de mantıklı değil. Bunun adı rekabet de değil.
Elon Musk ve Oyuncağı
Avrupa’dan tekrar ABD’ye dönecek olursak, Elon Musk’ın seçim için tüm ayarları ile oynadığı X, kullanıcı sayısı anlamında kan kaybetmeye başladı. X (Twitter)’i aldıktan sonra ilk yaptığı icraatlerden biri neredeyse tüm moderasyon ekibini kovmak olmuştu. İnsan gücü ile moderasyon yerine her şeyi algoritmalarla çözmeye çalışan X, içerik kalitesi anlamında çamura saplanmıştı.
Tabi bu aslında Musk’ın kaçan reklam verenlerin yerine yeni gelir kaynakları koyma planlarından birisi idi. 2023 ortalarında içeriği daha da çöp haline getirecek adımı atması beklenmeyen bir hamleydi. Para ile premium satın alan (mavi tık) kullanıcılara tweetlerinin gösterimi başına para ödemeye başladı. Buradan para kazanmaya çalışan kullanıcılar, genelin sinir uçlarına basmaya yönelik, gelir geçer ve bol miktar tweet atmaya başladılar.
Peki ne oldu? Normal insanların aklından geçirse bile ne kadar saçma bir düşünce diyeceği fikirler hepimizin önüne dökülmeye başladı. Dikkat çekmek ve etkileşim derdindeki bu hesaplar birçok garip ve saçma fikrin havada uçuştuğu bir ortama çevirdi X’i. X’e ilk kurulduğunda zaman sıralı olarak önümüze düşen tweetler, algoritmalar ile etkileşimi artırmak için spekülatif bir şekilde gösterilmeye başlandı. X, algoritmadan beslenen bir erişim bombasına dönüştü.
Musk’ın Algoritma Bombası
ABD başkanlık seçimleri gelince de bu bomba patladı. Birçok insan gibi ben de ortamın sahibini ortamda engelleyerek bununla baş etmeyi denedim. Ama sonuçta ilk başkanlık döneminin sonlarında kovulduğu Twitter (X), Trump’ın en büyük etki alanı halini aldı.
Amerikan sağcılarının oyun alanı haline gelen X, seçim sonrası büyük bir göçe sahne olmaya başladı. Tabi Demokrat partiye gönül veren, Amerikan solcularının yanında tüm dünyada X’ten bıkan insanların yeni gözdesi geçen sayıda da yazdığım gibi Bluesky oldu. Burada göçü salt siyasal görüşlere indirgememek lazım. Özellikle Batı ülkelerinde birçok siyasi partiden daha güçlü bir tabanı olan Taylor Swift fanları (Swifties) bu göçün önde gelen bayrak taşıyıcıları oldu. X konusunda çok şeyler yazıldı çizildi ama Bluesky konusunda biraz daha bilgi vermem şart.
Pırıl Pırıl Masmavi Bir Gökyüzü: Bluesky
Bluesky’ın temelleri Twitter’ın kurucusu Jack Dorsey tarafından 2019’da, Twitter’ın geleceğini planlarken atıldı. Yani daha ortada Musk’a satışı konusu bile yokken. Amacı, tek bir merkezden yönetilen ve neredeyse tüm kaderi şirketin yönetim kurulunun (hatta Musk gibi biri geldikten sonra tek kişinin) iki dudağı arasında olan milyonlarca insanın haberleştiği sosyal medya altyapısını değiştirmekti. Merkeziyetsiz bir sosyal medya düşüncesi ile başladı her şey. Bunun sonucunda ortaya çıkan Bluesky, AT Protokolü üstünde çalışan, isteyen herkesin kendi verisini başka bir sunucuya taşıyabileceği, hatta kendisinin bir Bluesky sunucusu açıp kendi verilerini kendi sunucularında tutabileceği bir sosyal medya olarak tanıtıldı. 2021’de bağımsız bir şirket olarak ayağa kalkan Bluesky, 2022’de Twitter’ın Musk’a satışı sonrası geliştirme çalışmalarına hız verdi. 2023’de davetiye bazlı kullanıcı kabul etmeye başlayan Bluesky, 2024’de kullanıcıların davetiyesiz de kayıt olmasına olanak tanıdı. Twitter’ın geleceği için bu projeyi hayata geçiren Jack Dorsey Mayıs 2024’te yönetimden ayrıldı. Ayrılık sebebi de çok ilginç. Bluesky’ın bir başka Twitter olmaya başladığı iddiası. Belki de aslında tüm vaktini fintech alanındaki yatırımlarına ayırmak istiyordu. Artık Square ve onun çatı şirketi Block çevresinde daha aktif olarak çalışıyor.
Bluesky’a Kavimler Göçü
İlginç bir şekilde ilk başlarda “nerd” ve “geek”ler tarafından fark edilen ve çok da ilgi çekmeyen Bluesky’ın kaderi hep Twitter’a bağlı değişti. “Her firavunun bir Musa’sı vardır” atasözümüzü doğru çıkaran bir tarihsel kader bu. Twitter içinde ortaya çıkan, hatta ilk yıllarında Twitter mühendisleri ve maddi gücü ile geliştirilen Bluesky, ondan kaçan herkesin sığındığı bir liman olarak görülmeye başladı.
İlk toplu göç 2024 Ağustos’un da Brezilya’nın Twitter’ı yasaklaması ile oldu. Birkaç gün içinde 1,2 milyon yeni kullanıcı kaydetti Bluesky. Bu tarihlerde 13 milyon kullanıcıya ulaştı. Ve ABD başkanlık seçimleri sonrası bu kullanıcı hücumu tavan yaptı. Bu bülteni hazırlarken 23.400.000’i geçmişti Bluesky üyelerinin sayısı. Her şeyi açık bir yapıda olan Bluesky’ın kullanıcı ve gönderi sayıları da şeffaf. İsteyen buradan bu rakamları takip edebilir.
X ya da Facebook gibi eski sosyal medyaları yıkmak elbette kolay değil. Burada çok ciddi bir ağ etkisi mevcut. İnsanlar daha iyi veya daha şeffaf oldukları için değil, daha çok arkadaşı orada olduğu için bu platformları tercih ediyor. Ama bu hızlı kullanıcı artışı Bluesky’ın bunu başarabilecek kritik kütleye/kitleye her an ulaşabileceğini düşündürüyor.
Nükleer fizikte kritik kütle, sürekli bir nükleer zincirleme reaksiyon için gerekli olan malzemenin en küçük miktarıdır. Sosyal konularda kritik kitle, bir sosyal sistemdeki yeni bir fikri, teknolojiyi veya yeniliği benimseyenlerin yeterli sayıdaki oranıdır, böylece benimseme oranı kendi kendini sürdürebilir hale gelir ve daha fazla büyüme başlar.
Verimlilik konusunda takıntılı olan Musk’ın Bluesky’dan ders alması da gerekiyor. Verimlilik adına Twitter’ı satın aldığında kadronun büyük kısmını işten çıkarttı Musk. Hatta adı verimlilik olan bakanlığa eş bakan olarak atanacak olan Musk’ı bile gölgede bırakıyor Bluesky. Ciddi bir kullanıcı sayısına erişmiş olmasına rağmen sadece 20 tam zamanlı çalışana sahip Bluesky, kullanıcı başına düşen çalışan sayısı bakımından açık ara en düşük orana sahip.
Mike Tyson’ın Poposunu Görmedik Demeyiz
Elon Musk’ın X’i ile Bluesky arasındaki kavganın aslında gerçek bir kavga olmadığını biliyoruz. Bu bir yarış. Ama geçtiğimiz hafta gerçek bir kavgayı yani bir boks müsabakasını Netflix canlı olarak yayınladı. 58 yaşındaki Mike Tyson ile 27 yaşındaki Jake Paul’un bu şovunu 60 milyon hane, 65 milyon izleyici takip etti.
Netflix’in streaming alanındaki liderliğini canlı yayınlara da taşımak ve kendisine yeni bir pazar oluşturmaya çalıştığına da tanıklık etti bu 65 milyon izleyici. Birçok büyük film stüdyosunun kataloğunu lisanslayan üstüne kendi yapımları ile izleyiciye her türden içerik sunabilen Netflix ve elbette rakipleri doğal sınırlarına ulaştıklarını düşünüyor olabilirler. Çünkü sadece Netflix değil rakipleri de canlı yayınlar özellikle spor müsabakaları için birbirleri ile yarışmaya hazırlanıyorlar.
Netflix, Amazon Prime, Apple ve Youtube Amerika kıtasından başlayarak spor yayıncılığına başlıyorlar. Amerikan futbolundan profesyonel güreşe, Formula 1’den NBA’e kadar yayılan müthiş bir pazardan bahsediyoruz. Konvansiyonel yayıncıların maddi olarak güç kaybettiği pazarda yeni nesil yayıncıların pastayı dilimlemesi çok uzun sürmeyecektir. Tabii ki teknik sorunları çözebilirlerse.
Geçen haftaki boks yayınını bir deneme yayını olarak kabul edersek yaşanan sorunlar Netflix için büyük ders olmuştur. Alışkın oldukları, teknolojik olarak en üst seviyeye ulaşmış Netflix, canlı yayında kaba tabiri ile büyük çuvalladı. Teknoloji anlamında literatürümüze “Kaos Mühendisliği” kavramını sokan Netflix mühendislerinin çözmesi gereken yeni problemler var.
Kaos mühendisliği: canlı ortamda oluşabilecek problemli durumlara karşı, sistemin ayakta kalma kabiliyetine olan güvenin oluşturulması amacıyla, sistem üzerinde kaotik deneyler yapma disiplinidir.
Kablolar, Kablolarımız
Bu yayınların ve elbette internette tükettiğimiz tüm içeriklerin bize ulaşması için altyapı şart. Şehirleri, ülkeleri ve kıtaları birbirine bağlayan fiber optik kablolar hepimizin hızlı ve kesintisiz olarak dünyaya ulaşmamız için vazgeçilmez(di). Neden -di’li geçmiş zaman kullandığıma birazdan geleceğim ama öncelikle bu önemli fiber optik kablolardan Baltık ülkelerini Avrupa kıtasına bağlayanlar geçtiğimiz günlerde iki ayrı noktadan kopunca sabotaj iddiaları ile gündeme yerleşti.
Baltık Denizi'ndeki hatlarda yaşanan olaylar, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden yüzünden sabotaj korkularını artırdı. Almanya ve Finlandiya 1.170 kilometrelik C-Lion1 iletişim kablosunun kopmasından "derin kaygı duyduklarını" belirtirken, Alman Savunma Bakanı Boris Pistorius, “hiç kimse bu kabloların kazara koptuğuna inanmıyor” dedi. Yani kablo kesintilerinin sabotaj olduğunu iddia etti. Bu sırada Baltık denizinde bulunan Çin gemileri potansiyel suçlu olarak görülüyor.
Ülkeleri birbirine bağlayan önemli kablolara bakarsak:
APG (Asya Pasifik Geçidi) – Japonya, Güney Kore ve Malezya gibi Doğu ve Güneydoğu Asya ülkelerini birbirine bağlar.
SEA-ME-WE (Güneydoğu Asya-Orta Doğu-Batı Avrupa) Sistemleri – Avrupa, Orta Doğu ve Asya’yı birbirine bağlayan bir dizi kablo.
MAREA – ABD’yi (Virginia) İspanya’ya bağlayan, yüksek veri kapasitesiyle bilinen bir transatlantik kablo.
FASTER – ABD’yi Japonya ve Tayvan’a bağlar. Google tarafından kuruldu.
Hibernia Express – Kuzey Amerika ve Avrupa’yı birbirine bağlayan, finansal işlemler için optimize edilmiş yüksek hızlı bir transatlantik kablo.
Equiano – Avrupa’yı batı kıyısı boyunca Afrika’ya bağlayan Google destekli bir kablo sistemi.
Dunant – ABD ve Fransa’yı birbirine bağlayan, yüksek kapasite için tasarlanmış, Google tarafından işletilen bir kablo.
C-Lion1 – Finlandiya’yı Almanya’ya bağlayan Baltık Denizi’ndeki ana bağlantı.
Dikkat ederseniz Google gibi firmalar bile bu altyapıya yatırım yapmaktalar. İnternete erişimin ucuzlaması ve kapasite artışı elbette Google’ın işine yarayacaktır. Daha fazla kullanıcının dünyada en fazla ziyaret edilen siteyi kullanması da elbette Google’ın gelirlerini de artıracak. Çünkü kullanıcı sizin içeriklerinize erişemezse ne reklam gösterebilirsiniz ne de para kazanabilirsiniz. Bu kabloların deniz altına döşenmesi oldukça pahalı bir operasyon. Aynı zamanda bu tür sabotajlara da açıklar. Ülkeler böyle bir kopma durumunda tümden internet erişimlerinin kesilmesini istemedikleri için de yedekli yapı kurmaya çalışıyorlar. Peki bunların alternatifi yok mu derseniz, evet önceden de vardı ama Starlink ile birlikte bunlara çok hızlı ve az gecikmeli yeni bir alternatif eklendi. Yukardaki (di) parantezini burada kapatmış olalım.
Uydular, Uydularımız
Uydu internet aslında on yıllardır var. Hem işletmelere hem de tüketicilere hizmet verebiliyor. Klasik sabit yörüngeli uydular yaklaşık 35.000 km. yükseklikte bulunuyorlar. Sebebi daha geniş bir kapsama alanına erişmek istemeleri.
Örnek olarak Turksat uyduları da 35.000 km’de duruyor. Bu da dünyadan bu uyduları kullanarak internete bağlanmak isterseniz hem daha düşük hız hem de 550-600 ms. civarında gecikmelere katlanmak zorundasınız. Pahalı ekipmanlar ve abonelik ücretleri de cabası. Belki eposta gönderip alırken bu gecikmeler çok önemli değil ama artık günümüz dünyasında online oyunlar, canlı yayınlar vb. uygulamalarda bu süre kabul edilmez seviyede.
Elon Musk Starlink uyduları ile bu oyunu değiştirmeye başladı. LEO yani Low Earth Orbit (düşük dünya yörüngesi) uyduları olarak anılan bu uydu türleri diğer uydulara göre çok daha alçaktalar. Starlink uyduları sadece 550 km mesafedeler. Diğer uydularla karşılaştırılınca fark çok ciddi. Bu yakınlık ile gecikmeler 25-60 ms. civarında ve 100 Mbit hızlara çok kolayca erişebiliyorsunuz.
Oldukça küçük olan ekipmanı, bu konuda hiçbir bilginiz olmasa bile kolayca kurabileceğiniz kadar basit. Bu kadar alçakta olmaları sebebi ile bu uydular sabit bir yörüngede değiller. Yani sürekli başımızın üstünden geçip duruyorlar.
Ayrıca bize yakın olmaları yüzünden kapsama alanları da oldukça dar. Bu yüzden de bol miktarda uydu olması şart. Kasım 2024 itibari ile Starlink’in hizmette 6.700 civarı uydusu var.
Starlink bu uyduları çoklu paket şeklinde uzaya gönderiyor ve yörüngeye oturtuyor. Sıra ile üstümüzden geçtiklerini belirtmiştim. Kullanılan antenler her 4 dakikada bir otomatik olarak bir sonraki uyduya geçecek şekilde ayarlanmış durumda. Tabii ki bu uyduların yeryüzündeki istasyonlar vasıtası ile internet omurgasına bağlantıları sağlanıyor. Meraklısı için uzaya en son gönderilen 20 uydunun Falcon 9 ile başlayan yolculuğunun videosunu paylaşayım.
Peki bu uydular bizim isteğimizi alıp direkt yeryüzündeki istasyona mı iletiyor derseniz hayır. Öncelikle uydular, lazer iletişim teknolojisi kullanarak birbirleriyle haberleşiyor ve sonunda, en uygun noktada bulunan yeryüzü istasyonuna veri aktarımı gerçekleştiriyor. Yani kablo ile iletilecek veriler, uzayda küçük sayılacak bu uydular ile (yaklaşık bir masa büyüklüğünde) birbirlerine iletiliyor ve en uygun yeryüzü istasyonunda ana omurgaya bağlanmış oluyor.
Starlink düşük gecikme ve yüksek hız ile kabloya ciddi bir alternatif oldu bile. Biz hariç birçok ülke kapsama alanında. Elbette kabloların yerine geçmeyecektir ama onların alternatifi ve yedeği olarak düşünülmeli.
Bu uydular sadece internet erişimi için değil, telefon hizmeti için de kullanılabiliyor. Bu konuda Amerika’da FCC’den onay alındı bile. Böylece T-Mobile ile birlikte çalışacak sistem ile acil durumlarda bu uyduların kullanılarak 911’e erişimin sağlanması planlanıyor. Geçtiğimiz yıl yaşadığımız büyük 6 Şubat depreminde iletişimin nasıl hayati olduğunu gördük. Hem internet hem de acil durumlar için bu hizmetin ülkemizde de kullanıma en kısa sürede açılmasını umuyorum.
Bu arada Jeff Bezos ve Amazon bu konuda Elon Musk’ın tek tabanca olmasını kabul etmiyorlar. Amazon markası altında şu anda denemeler yapan Project Kupier, başarılı geçen testler sonrası 2025’te Atlas V roketi ile fırlatacağı uydular ile hizmet vermeye başlamayı planlıyor.
Amazon sonrasında başka firmaların da bu işe girmesi benim açımdan şaşırtıcı olmayacak. Sadece biraz sermaye gerekmekte. Starlink’in bugüne kadar uydu ve fırlatma maliyetlerinin 2 milyar doların üstünde olduğu hesaplandı. Buna AR-GE harcamaları elbette dahil değil. Belki bu yatırımı Çinliler yapar. Kesin bildiğimiz tek şey Avrupa’dan çıkmayacağı. :)
Takip Listesi
Microsoft Teams toplantılarında sesinizi klonlamanıza olanak tanıyan yeni bir özelliğe kavuşuyor. Bu özellik, gerçek zamanlı konuşma çevirisi yaparak, sesinizi farklı dillerde simüle edebilecek. 2025'in başlarında kullanıma sunulacak olan bu araç ile toplantılarda dil sorununu çözebiliriz.
Çin’in fiyatla rekabet stratejisi sürücüsüz taksilere de sıçradı. Baidu’nun 30.000 dolardan ucuz otomobili ile normal taksilerden daha ucuz tarife ile hizmet vermesi bekleniyor. Tabii ki Çin dışına çıkması Trump yönetiminde oldukça zor gözüküyor. Bu arada Waymo’nun otomobillerinin 150.000 dolara yaklaşan maliyetlerini buraya not olarak düşmek gerekir.
Benim gibi ses teknolojilerine ilgi duyanları heyecanlandıracak bir haber. Bose, üst seviye ses sistemleri üreten MacIntosh markasını satın aldı. Bu sayede Bose ürün yelpazesini iyice genişletmiş oldu.
Nükleer girişim Kairos, ABD Nükleer Düzenleme Komisyonu'ndan Oak Ridge, Tennessee'de iki test reaktörü inşa etmek için onay aldı. Önceki bültenlerde sıkça dile getirdiğimiz gibi yapay zeka uygulamalarının ihtiyaç duyduğu daha çok elektrik enerjisinin nükleer reaktör yatırımlarını her geçen gün daha da artıracağını hep birlikte takip edeceğiz.
Bu sayının da sonuna geldik.
Geri bildirimlerinizi ve önerilerinizi yorum olarak yazmaktan lütfen çekinmeyin.
Eğer hoşunuza da gitmişse arkadaşlarınızla da paylaşırsanız memnun oluruz.
Bir sonraki sayıda görüşmek üzere.
Executive Summary’i sosyal medya hesaplarından da takip edebilirsiniz: